Yazılarım · 25 Mayıs 2017

“Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyeliğin Ekonomi Politiği”

17 Aralık sonrası Türkiye’de yaşanan siyasi kaos ve iktisadi hayatın açmaza doğru gidişatına çözüm, Avrupa Birliği Kopenhag kriterlerine ve/veya Venedik Kriterlerine uyum mevcut kaosu çözecek beklentisi bir kez daha Türkiye’nin AB’ye tam üyeliliğinin gerekliliğini hatırlattı ancak geçmişte de olduğu gibi her zaman siyasi erkin açıkça olmasa da monolog tutumu ve AB kriterlerine uyuyormuş gibi yapması bir taraftan Türk halkının hakketmediği demokratik olmayan bir siyasi yapı içinde olan biteni kabul etmek zorunda kalmasına, diğer taraftan da Türkiye’yi uluslararası arenada güvenirliğini yitirmesine yol açacak gibi görünmektedir. Durum böyle olunca Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin gerekliliği olmazsa olmaz olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğin ekonomi politiği başlıklı yazıda, söz konusu durum değerlendirilerek analiz edildi.

XX. yüzyılın en önemli ekonomik ve politik gelişmesi olarak sesini duyuran Avrupa Birliği, 1957 yılında altı Batı Avrupa ülkesi (Almanya,Belçika, Fransa,Hollanda, İtalya ve Lüksemburg) tarafından Roma Anlaşması ile yaratıldı.Roma Anlaşması Avrupa Tarihinin önemli dokümanlardan biridir.

Avrupa Birliği düşüncesi Batı Avrupa kamuoyunda geniş ilgi ve destek görmesine karşın bunun nasıl gerçekleşeceği konusunda farklı ve çelişkili görüşler vardı. Birliğin temelini oluşturan ekonomik bütünleşme noktasında görülen bu görüş ayrılığı İngiltere’nin serbest ticaret bölgesi, Fransa’nın ise gümrük birliği istemesinde odaklaşıyordu.

İngiltere’nin geri düzeyde bir ekonomik bütünleşme olan serbest ticaret bölgesini savunması çoğu eski koloni olan denizaşırı ülkelerle olan ilişkilerinden kaynaklanıyordu. Fransa ise Batı Avrupa Birliğini her şeyin üstünde tutuyordu. Bütün bu tartışmalara, görüş ayrılıklarına rağmen altı kurucu üye ülkenin Roma Anlaşmasını imzalanmasıyla, son verilerek o dönemki ismi Avrupa Ekonomik Topluluğu, bugünkü ismiyle Avrupa Birliği kuruldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa için ekonomik ve politik bir ortam olarak tasarlanan Avrupa Birliği bugünkü konumuyla tasarıların gerçekleştiği ,bir iki aksaklık hariç oldukça başarılı bir bütünleşme olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Avrupa Birliğinin temel hedefleri Roma Anlaşmasında belirtilmiştir. Roma Anlaşması 278 madde ve ek protokollerden oluşmuş olup birliğin iktisadi gelişim ve ilerlemesinin gerçekleşmesini sağlayacak ortak politikalar, ilgili düzenlemeler ve süreçler açıklanmıştır. Bunların yanı sıra, Roma Anlamasında bütünleşmenin gerek kurumsal yapısı,demokratik işleyişi ve oluşumu gerekse insan haklarına saygı, ifade özgürlüğü, eşitlikle ilgili maddeler, ilkeler belirtilmiştir.

Avrupa Birliğine üye olacak olan aday ülkelerin yerine getirmeleri gereken koşullar Kopenhag Kriterleri başlığı altında düzenlenmiştir. Kopenhag Kriterleri de kendi içinde sosyal,siyasi ve ekonomik olmak üzere üç ana başlık dan oluşmaktadır.

1963’de Ankara anlaşması ile başlayan Avrupa Bilirliği Türkiye arasındaki ortak üyelik ilişkisi 14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye Roma Anlaşmasının 237.maddesi gereğince Topluluk Konseyine tam üye olarak kabul edilme talebini bulunmasıyla tam üyeliğe taşınmıştır. Konsey,27 Nisan 1987 tarihinde bu talebi inceleme görevini Topluluk Komisyonuna iletmiştir.Başvuru tarihinden yaklaşık üç yıl boyunca hem topluluk komisyon nezdinde hem de birliğin önemli merkezlerinde yapılan bir çok toplantıda Türkiye’nin tam üyelik başvurusu incelenmiştir.

Komisyon birliğe üye olmaya istekli bir aday üye ülkenin ortak üyelikten tam üyeliğe gelebilmesini “..Bir yandan aday üyenin klasik anlamda bir geçiş dönemi süresince üye devletlerin tabi oldukları zorluklar ve disiplinler bütününe katlanabilme yeterliliğini, topluluğun ilerdeki gelişmelerini , engellemeden gösterebilmesine diğer yandan birliğin bu aday üyenin entegrasyonunun kademeli olarak da olsa yol açacağı sorunlara karşı durabilecek durumda olması” koşuluna bağlamıştır.Ve Türkiye’nin tam üye olabilmesi için bu koşulları yerine getirmesi gerektiğini belirtilmiştir. Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere Türkiye’nin tam üyelik başvurusu ve başvurunun kabulü ekonomik siyasi ve sosyal koşulları olgunlaşmasına bağlı olduğu, anlaşılmaktadır.

Avrupa Birliği hazırlanan raporda, birlik konseyinin Aralık 1989’da Türkiye’nin tam üyelik talebinin kabul edilmeyişinin hem Türkiye hem de Birlik kaynaklı olduğunu ve Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik,siyasi ve sosyal koşulların tam üyelik yolunda engel oluşturduğunu ve tam üyeliğin gerçekleşebilmesi mevcut koşullarda iyileştirilmenin yapılması ile olası olabileceği,olması gerektiği ifade edilmektedir. Ayrıca, Türkiye’nin bir anayasal değişime gitmemesi hala askeri anayasanın geçerli olması ve bunun acilen değiştirilmesinin gerekliliği yanı sıra sendikal haklar, insan hakları, azınlıkların hakları gibi sorunlar nedeniyle rejim yeterince demokratik bir düzeye gelmemesinin tam üyelik önünde bir engel ve bu durumun tam üyeliği geciktirebileceği ifade edilmektedir.

Avrupa Birliğine tam üyelik için Türkiye’nin yerine getirmesi istenen koşulların birliğe üye olmak isteyen herhangi bir aday ülkenin yerine getirilmesi gereken koşullardan farklı olmayıp bu koşullar Kopenhag kriterleri olarak tanımlanmıştır. Tam üyelik başvurusunun reddedildiği 1989’dan 2013’e kadar geçen sürede birliğin yıllık olarak düzenlediği ilerleme raporlarında ve komisyon düzeyinde yapılan toplantılarda Türkiye’nin Kopenhag kriterlerinin siyasi ve sosyal başlık altında belirlenmiş koşulların hala gerçekleşmediği ve özgürlük, demokrasi ve anayasal hakların önemli konular olduğu belirtilmektedir. Diğer taraftan,bugüne gelinceye kadar, toplam 35 müzakere başlığından 8 müzakere başlığının askıya alınması hariç 10 başlığın müzakere edilmekte olması dışında diğer başlıkların müzakereye açılmaması üyeliğin gecikmesinin başlıca nedenidir. AB tarafınca yapılan bu açıklamaların Türkiye’nin tam üyeliğin şimdilik olası olmadığı anlamına geldiği söylenebilir.

Yukarıda da belirtildiği üzere Türkiye Avrupa Birliği birlikteliğinin, ortak üye adaylığının üzerinden 51 yıl geçmesine rağmen tam üyelik koşulları olgunlaşmadığından Türkiye’nin AB tam üyeliği gerçekleşmemiştir ve Türkiye hala aday ortak üye ülke sıfatıyla bekleme odasında tam üyeliğini beklemektedir.

Neden ortak üyelikten tam üyeliğe geçilemediğini, neden bu birlikteliğin ortak üyelik statüsünde kaldığını, Türkiye’de her fırsatta bunun anlamsız olduğunu belirtmesinin yanı sıra birliğe üye olmak için başvurduğunda üye sayısının 6 olduğunu bugün ise,birliğe üye sayısının 28 olduğunu ve hala Türkiye’nin aday ülke konumunda olmasının açıklanabilir olmadığı sorgulanmaktadır. Aslında genel tabloya bakıldığında AB tarafınca öne sürülen siyasi ve sosyal koşulların gerçekleşmediği ve bu koşulların bir ön koşul olduğudur. Bütün bunların anlaşma maddelerinde açıkça belirtilmemesine rağmen Türkiye’nin neden aday üye konumunda kaldığını açıklamaktadır.

Türkiye’nin Kopenhag kriterlerinde siyasi ve sosyal bölüm altında çeşitli başlık ve maddelerde belirtilen kriterler sadece AB tam üye olmak için mi? Yoksa demokratikleşme sürecini gerçekleştirmek Türk insanının en doğal ihtiyacı ve hakkı olduğu için mi? Sorusuna verilecek yanıt Türkiye’nin demokrasi ve eşitlik konusunda gelişimini belirleyecektir.
Avrupa Birliğine üyeliği sadece ekonomik birliktelik olarak değerlendirmek Türkiye’nin Birlikle olan ilişkisini giderek zayıflatmaktadır. Yani,Türkiye Ekonomisinin son on yılda yaptığı atılım ve 2008 küresel finans krizini Avrupa Birliği’ne göre daha kolay ve hızlıca üstesinden gelmesi siyasi erkin AB’ye tam üyeliği göz ardı etmesine yol açmaktadır. Aslında AB ile olan birlikteliğe sadece ekonomik yönüyle bakmayıp siyasi ve sosyal tarafını da görmek Türkiye’yi daha gelişmiş kalkınmışlık düzeyine taşıyacağı gibi Kıta Avrupa’sında olan böyle bir bütünlüğün gerek Ortadoğu gerek Hazar Bölgesi gerekse Kuzey Afrika’yı kapsayan coğrafyadaki ülkelere model olacak olması nedeniyle Türkiye’nin konumunu güçlendirecektir.

Türkiye siyasi erkinde bulunanlar AB’ye üyeliğini otorite kaybı olarak görmekte ve düşünmektedirler. Diğer bir deyişle,Avrupa Birliğine üyeliğin siyasetten iktisada ve hatta toplumsal yaşama kadar her alanda Avrupa Birliğinin hukuki ve yasal düzenlemelerin Türkiye’de geçerli olacağı düşüncesi geçmişten bugüne kadar siyasi erkin başında bulunanları hep korkutmuş ve korkutmaya da devam etmektedir ve edecektir. Ve bu düşünce devam ettikçe Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği Avrupa Birliğince değil Türk tarafınca açıkça olmasa da izlenen politikalarla engellenmekte olup bu durum yüksek sesle ne konuşulmakta ne de tartışılmaktadır. Sadece yok varsayılmaktadır. İzlenen politikalar neden tam üyeliğin gerçekleşmesinde başarıyı yakalamadığı incelendiğinde mevcut politikalarda ne bir devamlılık ne de bir heyecan ve istek olmadığıdır daha da önemlisi politikaların politikasızlığıdır. Durum böyle olunca da tam üyelik beklentisi araştırmacıların yazımlarına konu olmanın ötesine geçememektedir.

Türkiye’nin geleceği Avrupa Birliğinden uzaklaşmakta değil ,birlikle olan ilişkilerinin daha da geliştirilip tam üyeliğin bir an evvel gerçekleşmesini sağlayacak kriterlerin yerine getirilmesindedir. Bu durumun gerçekleşmesi için çalışılmalı ve bu durumun önemi ve gerekliliği toplumun her kesimine anlatılmalı ve AB bilincinin oluşturulması sağlanmalıdır.